Temmuz ayı boyunca Türkiye’nin farklı kentlerinde çıkan ve binlerce hektar ormanlık alanı küle çeviren yangınların uzun süre kontrol altına alınamaması büyük tepki topladı. Bu tepkilerin önemli bir kısmı, yangın söndürme kapasitesindeki yetersizliklere – özellikle ekipman ve personel eksikliğine – odaklanıyordu. Ancak iklim krizinin etkisiyle daha kolay çıkan, daha hızlı yayılan ve daha zor kontrol altına alınan yangınlarla karşı karşıya olduğumuz bu dönemde, sadece çıkan yangınları söndürmeye odaklanmak, kaybetmeye mahkûm bir strateji olabilir.
Çankırı Karatekin Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan ve bütüncül yangın yönetimi üzerine çalışan Doç. Dr. Okan Ürker, geçmişten gelen hatalı ormancılık politikalarıyla iklim krizinin el ele verdiği bir döneme girdiğimizi söylüyor. Son beş yılda yaşanan yangınların, ‘‘mevcut yangın rejiminin değiştiğini’’ açıkça ortaya koyduğunu belirten Ürker, bu yeni gerçeklikle mücadele ederken eski yöntemleri kullanmanın hem etkisiz hem de tehlikeli olabileceğini vurguluyor.
‘‘Bizim tartışmamız gereken asıl mesele, elimizde ne kadar helikopterin veya uçağın bulunduğu değil,’’ diyen Ürker’e göre, asıl odak yakıt yükü yönetimi olmalı. ‘‘Yangın yönetimi bütçemiz tamamen agresif söndürmeye ve yangın sonrasında aktif restorasyona ayrılıyor. Fakat bunlar, iklim krizi karşısında dirençli bir orman ekosistemi oluşturmaya yarayacak çözümler değil. Aksine krizi daha da derinleştiren, kısır döngüyü daha da artıran ve günün sonunda ayırdığımız bütçenin boşa gitmesine neden olan bir yaklaşım.’’
Ürker’e göre yangınlara karşı dayanıklı bir toplum inşa etmenin yolu, dikkatimizi yangın sezonu öncesine kaydırmaktan geçiyor: ‘‘Toplumun enerjisinin, yangın sezonu öncesinde yapılması gereken yakıt yükü yönetimine ve kontrolüne aktarılması gerekiyor. Her an yangına hazır bir toplum inşa edebilmek için yangın sezonunda boşa gidecek enerjiyi yangın sezonu öncesine kanalize etmeliyiz.’’

”İklim krizi nedeniyle artık daha şiddetli, yönü aniden değişen, hakim yönü belli olmayan rüzgarlarla karşı karşıyayız. Daha sıcak havalar, daha kurak dönemler ve daha şiddetli rüzgarlar var.” (Fotoğraf: “21-08-07 08 Wildfires Devastate Greece” by Felton Davis, CC BY 2.0)
Çankırı Karatekin Üniversitesi Çevre Sağlığı Programı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Okan Ürker’in değerlendirmelerini aşağıda paylaşıyoruz:
İklim krizi nedeniyle mega yangınlar sürecine girdik
Yaklaşık bir aydır, iklim krizinin bir sonucu olan ciddi bir yangın kriziyle, şiddetli ve çok sayıda yangınlarla, karşı karşıyayız. Bu gördüğümüz, Türkiye’nin alışkın olduğu bir tablo değil. Mevcut yangın rejimimizin değiştiğine işaret ediyor. Bizim alıştığımız normal değil, ama yeni bir normali sembolize ediyor.
Bunu beş yıl önce, beş farklı şehirde yaşadığımız, yaklaşık 250 bin hektarlık orman alanını etkileyen mega yangınlarla test etmeye başlamıştık. Beş yıldır da bu mega yangın sürecinin içerisine girmeye başladık. Yangın, ekolojik bir unsur iken, yangına uyarlanmış sistemlerde olması gereken doğal bir olgu iken, şimdi iklim krizi, antropolojik faaliyetler ve yanlış orman yönetimi ile birlikte yıkıcı bir unsura dönüşmeye başladı. Akdeniz kuşağında iyi yangınları kaybediyoruz. Artık kötü yangınlarla karşı karşıyayız.
Yangın gerekli bir unsurdan, istenmeyen bir olguya dönüştü
Yangın, doğada 400 milyon yıldır var olan, ekolojik bir olgu. ‘‘Akdeniz coğrafyaları’’ veya ‘‘yangın coğrafyaları’’ diyebileceğimiz Güney Avustralya, Güney Afrika, Akdeniz Havzası, Güney Amerika’da Şili kıyıları gibi birçok coğrafyada yangın, doğayı şekillendiren ve olması gereken bir unsurdu. Birçok ekosistem, yangınla birlikte gelişir ve kendini yenilerdi. Ama son yıllarda iklim krizinin etkisi, antropojenik unsurlar ve hatalı ormancılık stratejileri sonucunda yangın, arzu ettiğimiz bir olgu olmaktan çıkıp kötü bir olguya dönüşmeye başladı.
Biriktirilen yakıt yükü, iklim krizi ile birleşti
1980’li ve 1990’lı yıllarda alıştığımız yangınlara karşı helikopterler, itfaiye araçları gibi yangın yönetim araçları ile başarılı sonuçlar üretebiliyorduk; müdahalemiz etkili olabiliyordu. Ancak o günden bugüne bazı şeyler değişti.
Yeniliklerden ilki, iklim krizi: Artık daha şiddetli, yönü aniden değişen, hakim yönü belli olmayan rüzgarlarla karşı karşıyayız. Daha sıcak havalar, daha kurak dönemler ve daha şiddetli rüzgarlar var.
İkincisi, biz yüz yıldır teknik ormancılık ile yangını agresif şekilde söndürmeye odaklandık. Yanan alanlarda aktif restorasyon yaptık ve çam plantasyonları yarattık. Agresif söndürme nedeniyle yakıt yükü birikti ve yangın borcu oluştu. Üstelik buralarda tek tip çam tarlaları oluşturduğumuz için adeta Akdeniz’e atom bombaları serpiştirmiş olduk.
Son olarak da geleneksel ekolojik bilgiyi dışladık. Keçi otlatma gibi kadim bir üretim kültürünü Akdeniz’de dışladık. Keçi otlatması, yangının düşük şiddetli örtü yangınından daha şiddetli tepe yangınına giden merdiven etkisini kıran bir unsurdu; yerel bitki türlerinin tohumlarını dağıtarak da habitat mozaiğimizi destekliyordu. Böylesi teknik bir ormancılık yönetimi de yakıt yükünü artıran ve mega yangınlara giden yolda rol oynadı.
Orman köylerine yerleşim, insan kaynaklı yangınları artırdı
2011 yılındaki Büyükşehir Yasası ile birlikte büyükşehirlerde orman varlığının ve dolayısıyla orman yangını riskinin çok yoğun olduğu bölgelerdeki orman köyleri, bir gecede orman mahallesine dönüştü. Böylelikle insanlar; tarım, turizm, enerji, sanayi ya da sekonder konut gibi amaçlarla orman köylerinin içlerine çok ani bir şekilde yerleşti. Bu durum sonucunda yangınların insan kaynaklı çıkma oranında artış yaşanmaya başlandı. Daha fazla sayıda çıkan yangınlar, iklim krizi ve iklimin kırbaç etkisiyle – yani aşırı hava olaylarının birbirinin ardı ardına ve sert şekilde meydana gelmeye başlamasıyla – beraber daha şiddetli olmaya ve daha fazla alanı etkilemeye başladı.

”Yangın rejimi değişti. İyi yangınlar, kötü yangınlara dönüşmeye başladı. Bizim yangın yönetimine ayırdığımız bütçe ise tamamen agresif söndürmeye ve yangın sonrasında aktif restorasyona ayrılıyor. Fakat bunlar, iklim krizi karşısında dirençli bir orman ekosistemi oluşturmaya yarayacak çözümler değil. Aksine krizi daha da derinleştiren, kısır döngüyü daha da artıran ve günün sonunda ayırdığımız bütçenin boşa gitmesine neden olan bir yaklaşım.” (Fotoğraf: milos bicanski / Climate Visuals Countdown)
Bakış açımızı tümden değiştirmemiz gerekiyor
Yangınlara müdahale yöntemimize gelecek olursak, bizim mevcut yangın söndürme kapasitemiz, becerimiz, politikamız, 1980’li ve 90’lı yıllardaki koşullarda çözüm üretebiliyordu; şimdi ise çözüm üretemiyor. Bunun nedeni ciddi manada yakıt yönetimi yapmıyor oluşumuz. Kır-Kent Ara Yüzü olarak adlandırdığımız orman ile insan yerleşimleri arasındaki bölümler son 30 yıl içerisinde ani ve plansız biçimde geliştiği için, bu birimlerde katastrofik yangınlara giden ciddi kırılmaları beraberinde yaşamaya başladık.
Öte yandan, dediğim gibi yangın rejimi değişti. İyi yangınlar, kötü yangınlara dönüşmeye başladı. Bizim yangın yönetimine ayırdığımız bütçe ise tamamen agresif söndürmeye ve yangın sonrasında aktif restorasyona ayrılıyor. Fakat bunlar, iklim krizi karşısında dirençli bir orman ekosistemi oluşturmaya yarayacak çözümler değil. Aksine krizi daha da derinleştiren, kısır döngüyü daha da artıran ve günün sonunda ayırdığımız bütçenin boşa gitmesine neden olan bir yaklaşım.
Bundan sonra bu yangınlar, Türkiye’nin dört bir yanında, yılın 12 ayı boyunca gerçekleşecek. Bizim tartışmamız gereken asıl mesele, elimizde ne kadar helikopterin veya uçağın bulunduğu değil. Yakıt yükünü nasıl yöneteceğimize odaklanmalıyız. Politikamızı agresif söndürmeden yakıt yükü yönetimine nasıl kaydıracağımızı ve bütüncül yangın yönetimine nasıl geçeceğimizi sorgulamamız gerekiyor.
Yakıt yükü kontrolüne çok az bütçe ayrılıyor
Yaklaşık bir aydır yangın bölgelerini geziyorum. Marmaris, Mersin, Eskişehir, Sakarya, Bilecik, Tokat, Çankırı gibi farklı bölgelerin hepsinde şunu gördüm: Yangın deneyimi olan mıntıkalarda yakıt yükü kontrolüne ilişkin önlemler daha fazla alınıyor. Yol kenarı temizlikleri, yol kenarındaki hat açmalar, diri örtü temizlikleri yapılıyor. Özellikle Marmaris ve Mersin gibi yangına daha fazla maruz kalmış mıntıkalarda, yakıt yükü kontrolüne ağırlık verilmesi gerektiğine dair bir bilinç oluşmaya başlamış ancak yeterli düzeyde değil. Bizim bütçemiz daha çok helikopter almaya, daha fazla personel istihdam etmeye ayrıldığı için yanıcı maddeyi azaltmaya yönelik yakıt yükü kontrolüne çok çok az bütçe kalıyor. Bu nedenle de gerekli tedbirler alınamıyor.
Dünyanın farklı orman departmanları, bu kısır döngünün farkına vardıkları için mega yangınlar sürecinde bütüncül yangın yönetimine geçtiler ve ellerindeki bütçeyi yakıt yükü kontrolüne de ayırıyorlar. Yangın sezonu öncesinde, yanıcı madde yükünün azaltılmasına uğraşıyorlar. Bu nedir? Otlatma, sıklık bakımı, yol kenarı temizlikleri, köylerde, mahallelerde, orman yangını riski yüksek yerleşimlerde ‘‘savunulabilir alan’’ dediğimiz koruma zorlarının artırılması gibi tedbirlerin çok sıkı bir şekilde uygulanması ve sorumlulukların net bir şekilde dağıtılması gibi uygulamalar. Bunlara bizim de bir an evvel geçmemiz gerekiyor.

”Bundan sonra bu yangınlar, Türkiye’nin dört bir yanında, yılın 12 ayı boyunca gerçekleşecek. Bizim tartışmamız gereken asıl mesele, elimizde ne kadar helikopterin veya uçağın bulunduğu değil. Yakıt yükünü nasıl yöneteceğimize odaklanmalıyız.” (Fotoğraf: Alastair Johnstone-Hack / Climate Visuals)
Büyük yangınlara müdahalede deneyim ve eğitim açığı var
Mesela Osmaneli’nde, Eskişehir Orman Bölge Müdürlüğü mıntıkası içerisindeki sahalarda yol kenarında diri örtü temizlikleri veya orman içerisinde sıklık bakımı neredeyse hiç yapılmamış. Burada yangın çıksa 10 dakikada müdahale etme şansınız yok çünkü orman yollarının çoğu da bozuk. O yangın çıktıktan sonra uçakla, helikopterle söndürmeye çalışmak abesle iştigal; boşa kaynak ve personel masrafı yapmak anlamına geliyor.
Ayrıca bu gibi büyük yangınlarda insanların doğrudan müdahalesinden kaçınmak gerekiyor. Arazözlerin yangının gözüne kadar çekildiğini görüyoruz. Bunlar çok tehlikeli müdahale biçimleri ve nitekim maalesef kısa zaman önce ölümle sonuçlandı. Bu yangınları doğrudan değil dolaylı müdahalelerle yönetmek gerekiyor. Özellikle yangınla fazla haşır neşir olmamış bölgelerimizde, büyük yangına nasıl müdahale edileceğine dair bilgi, deneyim ve eğitimli personal eksikliğimiz var. Bu eğitim ve deneyim açığının rotasyonla ve deneyim paylaşımıyla kapatılabileceğini düşünüyorum.

”Bir yer yandığında tabii ki kimse oturup seyretmiyor; vatandaşlar da ellerinden ne geliyorsa, canla başla çabalıyorlar. Fakat 1980’li ve 90’lı yıllarda alıştığımız yangın rejiminde o ‘iyi’ yangınlara müdahale edilebiliyor iken, bugünkü ‘kötü’ yangınlarda bu gibi doğrudan müdahaleler çok riskli. Bundan imtina etmek gerekiyor.” (Fotoğraf: “15-Turkish Red Crescent assistance to firefighters, July 2025” by Climate Centre, CC BY-NC-ND 4.0)
Enerjimizi, yangın sezonu öncesine kanalize etmeliyiz
Bir yer yandığında tabii ki kimse oturup seyretmiyor; vatandaşlar da ellerinden ne geliyorsa, canla başla çabalıyorlar. Fakat 1980’li ve 90’lı yıllarda alıştığımız yangın rejiminde o ‘iyi’ yangınlara müdahale edilebiliyor iken, bugünkü ‘kötü’ yangınlarda bu gibi doğrudan müdahaleler çok riskli. Bundan imtina etmek gerekiyor. Toplumun bu enerjisinin, yangın sezonu öncesinde yapılması gereken yakıt yükü yönetimine ve kontrolüne aktarılması gerekiyor. Her an yangına hazır bir toplum inşa edebilmek için yangın sezonunda boşa gidecek enerjiyi yangın sezonu öncesine kanalize etmeliyiz.
Bireysel değil kolektif eylemlerle başarılı olabiliriz
İzmir Ödemiş’teki bir vatandaşın yangında yanmayan zeytin ve incir tarlasını görmüşsünüzdür. Bu iyi ve tavsiye ettiğimiz bir bireysel çözüm. Ama şöyle bir sıkıntı var: Etrafı yandığı için o saha da fizyolojik kuraklığa maruz kalıyor ve maalesef ertelenmiş ölüm yaşayacak. Bir-iki ay içerisinde o bahçe de ölecek. Ama orada kolektif bir bilinçle hareket edilebilseydi, bu tedbirler hep birlikte alınsaydı, hem bu kadar büyük bir yangın yaşanmayacaktı hem de düşük şiddetli bir yangın olacağı için rejenerasyon sağlanacaktı. Ama bu kadar yüksek şiddetli yangında sistemin toparlanması da sıkıntılı hale geliyor çünkü toprak tohum deposu da zarar görüyor.
Yerel yönetimler, önlemleri teşvik edebilir
Kolektif aksiyon alma konusunda yerel yönetimler önemli rol oynayabilir. Mesela İzmir Büyükşehir Belediyesi bir risk haritası yayınladı. Bu haritaya bakanlar, evlerinin ne kadar risk altında olduğunu görebilecekler. Ama bu harita, tek başına proaktif değil. Belediyenin onu uygulanabilir hale getirmesi gerekiyor.
Diyelim eviniz riskli bir bölgede yer alıyor. Belediye, ‘riskli bir bölgedesiniz, şu tedbirleri alarak risk puanınızı düşürün,’ diyebilir. Sonra bunun denetimini yapıp gerekli tedbirleri almış vatandaşlara, işletmelere vs. teşvik sağlayabilir; mesela çevre temizlik vergisini daha düşük alabilir. Böylelikle insanlar, riski düşürmeye teşvik edilmiş olur. Tersine tedbirleri almayıp riski azaltmayanlara da mülkiyetlerinin değeri oranında cezai yaptırımlar uygulayabilir. Elde edilecek bu gelir de yine yangın yönetiminde kullanılır.
Yanan alanlara dokunulması sel riskini de artırıyor
Şimdi yanan alanlarla ilgili ekonomik çıkarlar devreye girecek ve daha da sıkıntılı bir süreç yaşanacak. Yangın sonrası yanan, yanmayan bütün materyal satılmak üzere dışarı çıkarılacak. Bu malzeme çıkarıldığında erozyon yaşanacak ve bu alanlarda sel yaşandığını göreceğiz. Bu daha önce 2021 mega yangınlarının ardından Marmaris’te Manavgat’ta oldu, şimdi İzmir Seferihisar’da, Çeşme’de aktif restorasyon uygulanırsa benzer sorunlar yaşanabilir.

”Yanmış dahi olsalar bu kütüklerin ekonomik değeri devam ettiği için orman yandıktan sonra dikime hazırlama işlemleri hızlıca başlatılıyor ve yanmış kütükler sahadan götürülüyor. Bunun sonucunda orman işletmeye bir hektardan yaklaşık 350 bin lira kâr kalıyor. Örneğin 10 bin hektar alan yanarsa işletmeye kalan kâr kabaca 86 milyon dolar oluyor.” (Fotoğraf: “20120720-NRCS-LSC-0450” by U.S. Department of Agriculture, Public Domain Mark)
Yangın sonrası hektardan 350 bin lira kâr ediliyor
Yangın çıktıktan sonra normalde, dünyanın birçok yerinde, o malzeme olduğu yerde bırakılır. Yangınla uyarlanmış sistemler olan 0-500 metre yükselti aralığındaki Akdeniz kıyı kuşağında da böyle yapmak gerekir. Ama yanmış dahi olsalar bu kütüklerin ekonomik değeri devam ettiği için orman yandıktan sonra dikime hazırlama işlemleri hızlıca başlatılıyor ve yanmış kütükler sahadan götürülüyor. Bunun sonucunda orman işletmeye bir hektardan yaklaşık 350 bin lira kâr kalıyor. Örneğin 10 bin hektar alan yanarsa işletmeye kalan kâr kabaca 86 milyon dolar oluyor. Bu nedenle de o alanda yanmış, yanmamış ne varsa toplanıyor.
Zaten hükümet, orman şefliklerine daha fazla üretim baskısı yapıyor. Bu olay, bulunmaz hint kumaşı gibi; 20-30 yılda yapılacak üretim bir günde yapılmış oluyor. Kışa kadar alanı tertemiz etmeye çalışıyorlar ki kışa kalmadan restorasyon faaliyetleri tamamlanabilsin. Her ne kadar bazı bilinçli şefler doğal rejenerasyona / ekolojik restorasyona ağırlık verseler de, işin ekonomi politiğinden dolayı yani ormancılık sektörünün talebi ve yoğun üretime bağlı muazzam bir para girişi söz konusu olduğu için, aktif restorasyon her zaman daha baskın bir uygulama olarak devam ediyor.
Doç. Dr. Okan Ürker hakkında:
Doç. Dr. Okan Ürker, Çankırı Karatekin Üniversitesi Çevre Sağlığı Programı’nda öğretim üyesidir. Yaklaşık 15 yıldır Türkiye doğasının korunması amacıyla çalışan bir ekolog olan Ürker, aynı zamanda Oregon Eyalet Üniversitesi’nde Misafir Öğretim Üyesi olarak bütüncül yangın yönetimi alanında araştırmalarına devam etmektedir.
Bir yangın coğrafyasında yerleşik olan Oregon Eyalet Üniversitesi Orman Fakültesi, yaklaşık 150 yıllık geçmişinde yangın bilimini hep ön planda tutmuş saygın ve öncü araştırma kurumlarından birisidir. Ürker’in buradaki çalışmaları ise, Türkiye’nin mevcut yangın rejimi içerisinde yangına uyum sağlamış ve/veya sağlamamış ekosistemlerin, yangına direncinin ve direngenliğinin artırılmasına odaklanıyor. Bunun yanı sıra Ürker, olası yangın rejimi değişimini tetikleyecek eşik aşımlarının yaşanması durumunda ortaya çıkması muhtemel yeni koşullara toplumsal ve ekolojik uyumun nasıl sağlanabileceğine dair araştırmalar yapıyor.
Topladığı veriler ile bilimsel yayınlar yapmayı sürdüren Ürker, aynı zamanda Türkiye’nin bütüncül yangın yönetimine geçişinde politika rehberi işlevi görebilecek bir popüler bilim kitabını yayıma hazırlıyor.