İklim Masasi

Türkiye, Arktik politikalarını netleştirmeli

Türkiye’nin Arktik’te bölgesel varlık kurarak ekonomik veya askeri çıkar sağlaması gerçekçi değil. Öte yandan, Arktik Konseyi’ne gözlemci üye olarak siyasi prestij kazanmak ve bölgedeki bilimsel çalışmalarda yer almak mümkün. Bunun için Arktik politikalarını netleştirmek ve bilimsel projeler başta olmak üzere olası işbirliği alanlarında politika üretmek gerekiyor.

Yayınlanma Tarihi: 27 Ocak 2024

Kategori: ,

Arktik dışı bir devlet olan ve bölgeyle ilişkileri henüz yeni başlayan Türkiye’de, Arktik ile ilgili bir dizi söylem yaygınlaşıyor. Örneğin, iklim değişikliği nedeniyle buzlar eridiğinde bölgedeki hidrokarbon kaynaklarının daha kolay erişilebilir hale geleceği ve bu kaynakların paylaşılamaması nedeniyle bölgenin bir çatışmaya sahne olabileceği gibi düşünceler, hem siyasi ve akademik çevrelerde hem de basında yer alan haberlerde oldukça yaygın.

Benzer şekilde, Türkiye’nin, Svalbard Antlaşması’na katılımının da ekonomik faydalar sağlayacağı düşünülüyor. Oysa bölgeye daha nüanslı ve eleştirel bir bakış açısıyla yaklaşmak ve gerçekçi hedefler belirlemek gerekiyor. 

Arktik’te bulunmak, Türkiyeli bilim insanlarının bilimsel projelerde yer alma şansını artırabilir, ayrıca Türkiye’ye prestij sağlayabilir. Ancak Arktik Konseyi gözlemci üyeliğinin somut ekonomik veya stratejik sonuçlar doğurmasını beklemek, gerçekçi değil. 

Bu üyeliği mümkün kılmak için ise, Türkiye’nin bölgeye olan ilgisinin nedenlerini somutlaştırması gerekiyor. ‘Yeşil süper güç’ olma niyetine uygun politikalar benimsemek, mavi ekonomi alanında olası işbirliklerini netleştirmek ve Rusya ile diğer Konsey üyesi ülkeler arasında dengeli politikalar izlemek, iyi bir başlangıç olabilir. 

 

Arktik, kutupta bir boşluk değil

Arktik ile ilgili yanlış bilgiler, henüz coğrafi olarak tanımlanmasından başlıyor. Google Translate da dahil olmak üzere birçok sözlük, ‘Arctic’ kelimesini Türkçe’ye ‘Kuzey Kutbu’ olarak çeviriyor ve bölgeyi, coğrafi olarak 90 derece enlemdeki hayali bir noktayla sınırlandırıyor. Oysa bu tanım, Arktik’teki kadim ve zengin kültürleri yansıtmaktan oldukça uzak.

Arktik, karlı, puslu ve kimsesiz bir bölge değil: Burada resmi olarak kabul edilmiş sekiz devlet var (ABD, Danimarka, Finlandiya, İsveç, İzlanda, Kanada, Norveç ve Rusya). Resmi kabule göre, Finlandiya’nın Rovaniemi kentinde yaşayan biri de Arktik ülkesi vatandaşı, Kaliforniya’da yaşayan biri de. Dolayısıyla, Arktik’i Kuzey Kutbu olarak tanımlamak, coğrafi, hukuki veya politik olarak tutarlı değil.

 

Bilim, bölgede stratejik varlık kurmak için kullanılıyor

İklim değişikliği ile birlikte buzulların giderek hızlanarak erimesi, Arktik Okyanusu’ndaki hidrokarbon kaynaklarını ve deniz rotalarını daha erişilebilir kıldı. Bu nedenle bölge ve zengin doğal kaynakları, bölge dışı devletlerin de daha fazla ilgisini çeker oldu. Bugün gelinen noktada bilim, Arktik’te varlık kurma amacıyla kullanılır hale geldi.

Çin’in Arktik’te varlık kurma çabaları, bu durumun ilk örneklerinden biriydi. İstanbul Politikalar Merkezi’nde (İPM) Arktik jeopolitiği üzerine düzenlediğimiz bir seminere konuşmacı olarak katılan, Kanada’daki British Columbia Üniversitesi’nin ve Arktik Enstitüsü’nün araştırmacısı Trym Eiterjord, Çin’in ilk olarak bölgeye bilimsel bir ilgi gösterdiğini, ancak ardından siyasi ve ekonomik ilişkiler kurmaya başladığını vurguladı. Eş zamanlı olarak bilimsel çalışmalarını da artıran Çin, böylelikle Arktik’e olan ilgisini net olarak ortaya koymuş oldu ve 2013’te Arktik Konseyi’ne gözlemci üye olarak kabul edildi.

Rusya’nın Norveç’e bağlı Svalbard Takımadalarında BRICS ülkeleri (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’dan oluşan ancak yeni üyelerle genişleme kararı alan, gelişmekte olan ülkeler grubu) ve Türkiye ile bir bilimsel araştırma istasyonu kurma projesi de benzer şekilde değerlendiriliyor. Eiterjord’a göre Türkiye’nin Arktik’teki girişimleri de Çin’in daha önce başlattığı bölgesel varlık ile benzerlik gösteriyor.

 

Türkiye’nin Rusya ile işbirliği dikkat çekiyor

Eiterjord’ın iddiası, Türkiye’nin Svalbard’daki araştırma üssü projesine katılımının, diplomatik açıdan diğer Arktik devletlerince olumlu karşılanmayacağı yönünde. Nitekim, Şubat 2022’de Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin akabinde Batılı Arktik devletleri Rusya ile ilişkilerini kesti. O tarihten bu yana Rusya ile diğer yedi Arktik devletleri arasındaki işbirliği, Arktik Konseyi düzeyinde de durdu.

Ne var ki Türkiye, şu ana kadar Arktik’te Rusya ile işbirliği aracılığıyla konumlandı. Svalbard’da Ruslar’la ortak bilimsel araştırma merkezi kurma planları da, Arktik faaliyetlerinde Rusya ile gelişen ortaklığı gösteriyor. Üstelik bu, bilimsel olduğu kadar ekonomik bir işbirliği. Örneğin Türkiyeli bir firmanın, Rusya’nın Arktik’teki bir sondaj platformunun elektriklendirme projesi ve Rusya’nın Türkiye’ye buz kırıcı gemi üretimi yaptıracak oluşu, basına yansıdı.

Ancak bir NATO ülkesi olan Türkiye’nin Rusya ile Arktik’teki ilişkisi, kaçınılmaz olarak, örneğin, Çin ile Rusya arasındaki ilişkiden farklı. NATO üyesi olmayan ve kendini ‘yakın Arktik ulusu’ olarak tanımlayan Çin, Arktik’te ekonomik ve politik bir strateji geliştirilmiş durumda. Türkiye ise İsveç’in NATO üyeliğini zora sokması ve Rusya ile askeri ve ekonomik ilişkileri dolayısıyla farklı bir konumda olduğu gibi, somut bir Arktik stratejisi de geliştirebilmiş değil. Dolayısıyla Türkiye’nin Arktik’te nasıl bir pozisyon alacağı veya alabileceği de tam olarak anlaşılamıyor. 

 

Svalbard Antlaşması’na taraf olunması olumlu

2015’te Arktik Konseyi’ne gözlemci üye statüsü için başvuruda bulunan Dışişleri Bakanlığı, henüz iyi tanımlanmış bir Arktik stratejisine sahip değil ve Konsey’e neden başvurduğuna dair de herhangi bir açıklamada bulunmadı. Aynı şekilde, Arktik Konseyi tarafından da reddin gerekçelerine dair bir açıklama yapılmadı. Ancak diplomatik ve akademik kulislerde konuşulanlar, üye devletlerin, Ankara’nın neden Arktik’te olması gerektiğine ikna olamadıkları yönünde.

Arktik Konseyi, sekiz Arktik devletinden ve gözlemci üye devletlerden meydana geliyor ve çevre, iklim değişikliği, yerel halklar gibi konular üzerine çalışıyor. Askeri konular, kesinlikle Konsey gündeminin dışında tutuluyor. Türkiye’nin reddedilme sebebi, bu Konsey’de hangi amaçla bulunmak istediğini netlikle ortaya koymamış oluşu olabilir. 

İPM’deki seminerin bir diğer katılımcısı, Lapland Üniversitesi Öğretim Üyesi Lassi Heininen’e göre, Türkiye’nin Svalbard Antlaşması’nı onamış olması, Arktik Konseyi’ne ikinci kez başvurması halinde, bölgeye olan ilgisini ve taahhüdünü ortaya koyabilir. Svalbard (Spitsbergen) Antlaşması, bir yandan Norveç’in Svalbard Takımadaları üzerindeki egemenliğini tanır ve bölgede askeri faaliyetleri yasaklarken, bir yandan da Antlaşma’ya taraf ülkelere bazı ekonomik haklar tanıyor.

 

Yeşil dönüşüm, Arktik ile bağ kurmak için önemli

Türkiye’de Arktik’le ilgili iklim değişikliği, çevre, sürdürülebilirlik ve güvenlik konularında sınırlı bir farkındalık var. Bir Akdeniz ülkesi olan Türkiye’nin, Arktik ile ilgili çıkarlarının ve politikalarının belirsiz olması, normal karşılanabilir. Ancak Arktik Konseyi’ne başvuruda bulunduğuna ve Svalbard Antlaşması’nı onadığına göre, Arktik meselelerindeki konumunu güçlendirmek için çeşitli politikalar geliştirebilir.

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, Türkiye’nin Paris Anlaşması’na taraf olmasına ve 2053 yılına kadar net sıfır emisyon hedefine uygun olarak, yeşil dönüşümü kolaylaştırmayı amaçlayan iklim mevzuatının geliştirilmesine aktif olarak katılıyor.

Türkiye, 2030 yılı için emisyon azaltım hedefini, 2015’te belirlenen %21’den %41’e çıkararak, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Mehmet Özhaseki’nin ‘yeşil süper güç’ konumuna çıkma politikası doğrultusunda bir adım attı. Emisyonların mutlak azaltımını değil artıştan azaltımını öngören bu hedef, yetersiz bir gelişmeyi ifade ediyor ve kritik derecede yetersiz olarak tanımlanıyor. Oysa Ankara’nın ‘yeşil süper güç’ söyleminin gerekliliklerini yerine getirmesi, Arktik Konseyi ile bağ kurma konusunda da faydalı olacaktır.

 

Mavi ekonomi, işbirliği alanı olabilir

Bir deniz ülkesi olan Türkiye’nin, mavi ekonomi bağlamında da çeşitli girişimleri bulunuyor. Mavi ekonomi, denizlerin ve okyanusların sürdürülebilir kalkınmada ve ekonomik büyümede rol oynaması, aynı zamanda yenilenebilir enerji konusunda da katkıda bulunması olarak tarif edilebilir. 

Kıyı turizmi, balıkçılık ve gemi inşa sanayii, Türkiye ekonomisinde önemli yer tutuyor. Bundan önce Türkiye’nin, Karadeniz’de dalga enerjisi santrali kurma girişimi de olmuştu. Üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkede mavi ekonominin, aynı Norveç’te olduğu gibi, en önemli gelir kaynaklarından olması imkan dahilinde. Dolayısıyla mavi ekonomi konusunda atılan veya planlanan adımlar da Arktik ülkeleriyle ilişki kurmada rol oynayabilir. 

 

Arktik’teki uyuşmazlıkların çözümü, örnek teşkil edebilir

Bunun yanı sıra, Türkiye’nin komşularıyla belirlediği deniz sınırları ve yaşadığı kıta sahanlığı problemleri de Arktik’te konuşuluyor.  Nitekim Arktik, uluslararası deniz hukuku konusunda çok önemli örnekler sunuyor. 

Mesela Norveç ile Rusya’nın deniz sınırı problemlerini 40 senelik diyalog sonunda 2010’da çözerek sınırlarını belirleyebilmeleri gibi örnekler, Türkiye’nin Arktik’le angaje olabileceği alanlardan biri olabilir. Bu gibi sorunları ve çözüm süreçlerini gözlemlemek, hem Türkiye için teknik olarak faydalı olabilir hem de Arktik Konseyi’ne başvuru nedeni olarak öne sürülebilir. 

 

Rusya ve diğer Arktik ülkeleri arasında denge kurmalı

Türkiye’nin bugünkü dış politika yaklaşımı entrizm (‘entryism’) olarak karakterize edilebilir. Ankara, belirli bölgelere özgü uzun vadeli ve yapılandırılmış hedeflere sahip olmadan, bu bölgelerde aktif bir katılımcı olmayı amaçlıyor. Bu yaklaşım, uzay politikası girişimlerinden Svalbard Antlaşması’na taraf olmaya kadar uzanıyor.

Oysa Ankara, Arktik’te bir aktör olmayı veya Arktik Konseyi’ne bir kez daha başvuru yapmayı hedefliyorsa, yakın ekonomik ve bilimsel işbirliği yaptığı Rusya ve (NATO ve İsrail-Filistin gibi konularda ayrıştığı) diğer yedi Arktik devleti arasında bir denge bulmalı. Bunun yanı sıra, neden Arktik’te bulunmak istediğini muhakkak netleştirmeli. Ancak bu beklentiler ve çıkarlar, Arktik kaynakları ile zenginleşme hayallerinden ziyade, iklim değişikliği ve çevresel sorunlar bağlamında, bilimsel işbirlikleri gibi gerçekçi bir zemine oturtulmalı. 

Arktik Konseyi’nde gözlemci üyelik, Türkiye’de Arktik ile ilgilenen birçok bilim insanının, Arktik Konseyi’nin çalışma grupları tarafından yürütülen bilimsel projelerde yer almasını sağlayabilir. Bu projelere aşina olmak ve işbirlikleri yürütmek, iklim değişikliğinin etkilerinin giderek arttığı çağımızda, Türkiye için bilimsel açıdan faydalı olacaktır. 
Öte yandan bu üyelikten somut bir ekonomik veya stratejik beklenti içerisinde olmak, gerçekçi değil. Fransa ve İngiltere gibi gözlemci üye ülkelerin deneyimlerinden de görüleceği üzere, söz konusu olan askeri veya ekonomik getirilerden ziyade, bir prestij meselesi.

Yazar Hakkında

Londra Üniversitesi Paris Enstitüsü Uluslararası Politikalar Departmanı Öğretim Üyesi

Eda Ayaydın, Londra Üniversitesi Paris Kampüsü’nün Uluslararası Politikalar bölümünde öğretim üyesidir. Daha önce üç yıl boyunca Sciences Po Bordeaux’da öğretim üyesi olarak görev yapmıştır. Ayrıca, 2018’den beri Paris-Saclay Üniversitesi’ndeki Arktik Çalışmaları Yüksek Lisans Programı’nda “Arktik Yönetişimi” ve “Arktik Jeopolitiği” derslerini vermektedir.

2022’de Norveç’in Tromsø şehrindeki Arctic Üniversitesi ve 2018’de Finlandiya’nın Rovaniemi şehrindeki Arctic Center’da misafir araştırmacı olarak bulunmuştur.

Egemenlik, Norveç-Rusya ilişkileri, Arktik jeopolitiği üzerine araştırma yapan Ayaydın’ın, İngilizce, Fransızca ve Türkçe yayınları bulunmaktadır. Eda Ayaydın, 2023-2026 dönemi için Uluslararası Arktik Bilim Komitesi (IASC) üyesi seçilmiştir.

Ocak 2024’te, “Uluslararası İlişkilerde Arktik” kitabi Bilgi Üniversitesi Yayınları’ndan çıkmıştır.

Uzmanlık Alanları: Egemenlik; Jeopolitik; Arktik Konseyi; Norveç-Rusya ilişkileri; Enerji politikaları.