İstanbul Teknik Üniversitesi’nden bilim insanlarının Temmuz ayında npj natural hazards dergisinde yayınladıkları “Alevlere teslim: Türkiye’nin Akdeniz bölgesinde gerçekleşen mega-yangına etki eden insan faktörü” (Up in flames: the human factor behind a megafire in Mediterranean Türkiye) adlı bilimsel makale, yaban hayatı ve insan yerleşimlerinin kesişme noktalarındaki artışın, yangın vakalarının sayısını, şiddetini ve etki alanlarını artırdığına dikkat çekiyor. Tüm Akdeniz tipi iklim bölgelerini ilgilendiren araştırmaya göre insan eliyle başlayan yangınlar, doğal yangınlara kıyasla kat be kat daha fazla alanı etkisi altına alıyor.
2021 yılının Temmuz – Ağustos ayları arasında gerçekleşen Büyük Manavgat Yangını’na odaklanan ve yangının devam ettiği 11 gün boyunca gerçekleşen meteorolojik olayları iklim değişikliği perspektifinden değerlendiren çalışma, yangınlarda insan faktörünün önemini ortaya koyuyor. 2021’de Manavgat yangınının yaşandığı ormanlık alana dair gerçekleştirilen, sadece meteorolojik parametrelere ve bitki örtüsüne dayanan simülasyonların sonucu, insan etkisinin olmadığı bir senaryoda, dört kat daha az ormanlık alanın yanacağına işaret ediyor. Simülasyon sonuçları, modelde makilik/açık ormanlık alan olarak tanımlanan ancak tarım arazisi olarak kullanılan alanlarda ise 2021 yılı için hemen hiç yangın göstermiyor.
Manavgat’ta ne olmuştu?
Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük yangını olan Manavgat Yangını’na sebep olan olaylar silsilesi, 28 Temmuz 2021 akşamı farklı noktalarda gerçekleşen dört kundaklama vakası ile başladı. Takip eden günlerde de dört farklı noktada kasıtlı olarak çıkarılan yeni yangınlar; meteorolojik durumun uygunluğu, yüksek rüzgar hızı, bölgenin zorlu coğrafyası ve bir gün önce çıkıp halihazırda devam eden yangınlarla birleşti. Çok odaklı Manavgat Yangını 11 Ağustos’ta tamamen kontrol altına alındığında, 60 bin hektarlık ormanlık alan, köy ve tarım alanı yanmış, sayısız köy boşaltılmış ve sekiz kişi hayatını kaybetmişti.
2021 yazı, gelecek yazların habercisiydi
2021 yazı, Türkiye ile birlikte tüm Güney Avrupa’nın yangınlara teslim olduğu bir dönem olarak tarihe geçti. Türkiye’de özellikle Akdeniz tipi iklimin hakim olduğu Adana, Muğla, İzmir gibi birçok farklı noktada eş zamanlı çıkan yangınlar, sayıları, büyüklükleri ve aralarındaki mesafe nedeniyle zamanında ve etkin müdahaleyi zorlaştırdı. 2021 yazı aynı zamanda, iklim değişikliği ve ekosistem tahribatlarını takip eden bilim insanlarının, geçmişe göre farklı dinamikler barındıran bir sürece girdiğimizi fark ettiği bir dönem oldu. 2021 yangın sezonu adeta gelecek yılların habercisi niteliğindeydi.
Küresel yıllık yanan alanlar yıldan yıla incelendiğinde, trendde radikal bir artış ya da iniş gözlemlenmiyor. Ancak bileşenlere ayrıldığında iki unsur dikkat çekici: Küresel yanan alan verilerinde, çalılık, bozkır ya da tarım alanı yangınlarına kıyasla orman yangınlarında bir artış trendi gözlemleniyor. Ayrıca çıkan yangın sayısından ziyade, yanan alanların boyutları farklılık gösteriyor. Çıkan yangınlar, eskiye nazaran daha büyük alanları etkisi altına alıyor. Bu da bize artık mega-yangınlar çağına girdiğimizi gösteriyor.

”Mega-yangınların günümüzde en önemli özelliklerinden birisi, yaban hayatı-insan yerleşimi ekseninde çıkmaları ve doğal ekosistemlerin yanı sıra yaşam alanlarını ve kritik yapıları tehdit etmeleri.” (Fotoğraf: Cal Fire Official, Flickr)
‘‘Mega-yangın’’ ne demek?
‘‘Mega-yangın’’ tabiri, yanan alanların 40 bin hektara ulaştığı veya aştığı yangınlar için kullanılan teknik bir terim. Hangi tip ekosistemde çıktığından ya da sosyo-ekonomik etkisinden bağımsız olarak sadece yanan alan büyüklüğünü ifade eder. Örneğin Temmuz ayı başında yaşanan Çeşme (İzmir) yangınları, yaklaşık 26 bin hektar civarındaydı. Bu karşılaştırma, Manavgat Yangını’nın neden önemli bir vaka olduğunu netlikle gösteriyor.
Manavgat Yangını’nın hemen her bir ayağı (28 Temmuz Manavgat, 29 Temmuz Saraçlar, 1 Ağustos Gündoğdu ve 2 Ağustos Taşağıl yangınları), bu yaz izlediğimiz Bilecik, Çeşme ve Tekirdağ yangınlarına gerek önlem gerekse müdahale açısından örnek teşkil edebilecek nitelikte.
Mega-yangınlar, yaban hayat ve insan yerleşimleri ekseninde çıkıyor
Mega-yangınların günümüzde en önemli özelliklerinden birisi, yaban hayatı-insan yerleşimi ekseninde çıkmaları ve doğal ekosistemlerin yanı sıra yaşam alanlarını ve kritik yapıları tehdit etmeleri. Örneğin Antalya’nın tarımsal sulama ve kullanma suyunu depolayan Oymapınar Barajı, Manavgat Yangını bölgesinin ortasında kalmıştı. Yangın esnasında barajı besleyen akarsular kül ve yanmış maddelere maruz kalmış, yangının ardından yapılan kurtarma kesimleri de orman zeminindeki erozyon tehdidini artırmıştı. Tüm bunlar, Oymapınar Barajı’nın su kalitesini bozan, ve barajın ömrünü etkileyebilecek faktörlerdi.
Doğal yolla çıkan yangınlar, genellikle yıldırım etkisiyle çıkıyor. Ancak yıldırım kaynaklı yangınlar, yağış veya ortam nemi sayesinde genelde daha dar bir alanda etkili oluyor. İnsan kaynaklı yangınlarda ise böyle bir durum söz konusu olmadığından, daha büyük alanları hızla etkisi altına alabiliyor.
Yağış ve ortam nemi, doğal yangınların etkisini zayıflatıyor
Türkiye’de ve dünyanın Akdeniz tipi iklime sahip birçok farklı noktasında, yangınların %90’a yakını insan kaynaklı çıkıyor. Büyük Manavgat Yangını, Türkiye nezdinde bunun iyi bir örneği. Ocak ayında Amerika Birleşik Devletleri’nin Kaliforniya eyaletinde farklı noktalarda çıkan Palisades ve Eaton yangınları da, aynı Manavgat Yangını’nda olduğu gibi, meteorolojik koşulların uygunluğu ile beslenerek kısa sürede büyüdü, zorlukla kontrol altına alınabildi, insan yerleşimlerini ve insan hayatını tehdit etti.
Doğal yolla çıkan yangınlar, genellikle yıldırım etkisiyle çıkıyor. Ancak yıldırım kaynaklı yangınlar, yağış veya ortam nemi sayesinde genelde daha dar bir alanda etkili oluyor. İnsan kaynaklı yangınlarda ise böyle bir durum söz konusu olmadığından, daha büyük alanları hızla etkisi altına alabiliyor. Peki bu durum karşısında nasıl önlem alınabilir?

”Doğrudan bir kasıt yoksa dahi pencereden atılan bir izmarit, hatta sıcak bir araç motorunun kurumuş otlar üzerine park etmesi bile, yangını başlatacak ilk kıvılcıma sebep olabiliyor. Bu dönemlerde orman girişlerini yasaklamak ya da bilinçlendirmeye odaklı programlar yürütmek, kısa süreli etkili önlemler gibi görünse de, maalesef uzun vadede sürdürülebilir değil.” (Fotoğraf: Kyle Miller, Wyoming Hotshots, USFS)
Ormana girişleri yasaklamak yeterli değil
Büyük Manavgat Yangını sırasında bilinmeyen nedenlerle çıkan veya kasten çıkarılan yangınların hepsi, insanların, ormanın iç kesimlerine kadar ulaşması sonucu başladı. Doğrudan bir kasıt yoksa dahi pencereden atılan bir izmarit, hatta sıcak bir araç motorunun kurumuş otlar üzerine park etmesi bile, yangını başlatacak ilk kıvılcıma sebep olabiliyor. Bu dönemlerde orman girişlerini yasaklamak ya da bilinçlendirmeye odaklı programlar yürütmek, kısa süreli etkili önlemler gibi görünse de, maalesef uzun vadede sürdürülebilir değil.
Orman köylüleri, teknoloji ve bilimle desteklenmeli
Burada sürdürülebilir ve etkili yöntemler, yaban hayatı-insan yerleşimleri eksenine odaklanmakla başlıyor. Bu alanlarda yaşayan insanların, yangını önleme konusunda birincil sorumluluk aldıkları bir modele geçilmesi gerekiyor. Örneğin Türkiye’de geçmişte büyük faydalar sağlayan ‘‘orman köylüleri’’ olgusunun, mevcut teknoloji ve bilimsel bulgularla desteklenerek kuvvetlendirilmesi büyük önem taşıyor. Aynı zamanda yerel belleği kuvvetlendirmek, bilgi kaybının önüne geçmek ve insanları alanlarını korumaya teşvik etmek, kritik öneme sahip.
Her ne kadar donanımlı bir orman teşkilatımız bulunsa da, iklim krizinin bir sonucu olarak ülkemizin farklı noktaları eş zamanlı olarak alevlere teslim olmaya devam edecek. Bu yaşandığında gönüllü ekiplerin, köylülerin ve bilim insanlarının birlikte hareket edebilmesi, yerel ve ulusal yöneticilere zaman, eğitimli ekip ve bilgi kazandıracaktır
Yaban hayat-insan yerleşimi ekseninde yaşayanlar bilinçlendirilmeli
Orman köylüsü uygulamasının bittiği, yerel bilginin kaybolduğu, şehirleşme unsurlarının fazlalaştığı bölgelerde ise bu yaklaşım, daha farklı bir şekilde hayata geçirilebilir. Yaban hayat-insan yerleşimi ekseninde yaşayan kişilerin eğitilmesi, gönüllü ekiplerinin kurulması, bu ekiplerin güncel teknoloji ve bilimin yardımı ile donatılmaları gerekiyor. Örneğin yangın tehlikesinin yüksek olduğu günlerde, bilgi alabilecekleri ve uyarılacakları sistemlere erişimleri sağlanabilir.
Her ne kadar donanımlı bir orman teşkilatımız bulunsa da, iklim krizinin bir sonucu olarak ülkemizin farklı noktaları eş zamanlı olarak alevlere teslim olmaya devam edecek. Bu yaşandığında gönüllü ekiplerin, köylülerin ve bilim insanlarının birlikte hareket edebilmesi, yerel ve ulusal yöneticilere zaman, eğitimli ekip ve bilgi kazandıracaktır.
Ülkemizin orman biyokütlesinin önemli bir kısmı, Akdeniz iklim tipine uyum sağlamış, yangın ile çoğalan ve bundan beslenen bitki örtüsüne sahip ormanlardan meydana geliyor. Ancak bu çağda çıkan mega-yangınların arkasında iklim değişikliği kadar, ve hatta belki daha da fazla etkili olarak, insan var. İnsanın yangınlardaki rolünü unutmamak gerekiyor.
Kaynak Makale: Up in flames: the human factor behind a megafire in Mediterranean Türkiye
İstanbul Teknik Üniversitesi Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsü
Dr. Bikem Ekberzade, araştırmalarını İstanbul Teknik Üniversitesi Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsü’nde yürütmektedir ve European Geosciences Union (EGU) içinde 4 yıldır faaliyet gösteren Biyoçeşitlilik Eylem Grubu’nda yer alan 8 yer sistem bilimciden birisidir. Başlıca çalışma alanı, iklim değişikliğinin karasal ekosistemler, biyoçeşitlilik ve sistem kırılganlığı üzerindeki etkisidir.
Lisans eğitimini Boston Üniversitesi İşletme Fakültesi’nde (1989-1993), yüksek lisans eğitimini Boston Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde (1995-1996) ve doktorasını İstanbul Teknik Üniversitesi Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsü’nde (İTÜ-AYBE) (2019-2024) tamamlamıştır.
1993-2018 yılları arasında aralıksız olarak farklı uluslararası basın organizasyonlarında gazeteci olarak çoğunlukla çatışma bölgelerinden çalışmıştır. 2011 yılında Birleşmiş Milletler bünyesinde Irak’ta görev yapmıştır. Zorunlu göç üzerine iki kitabı, medya eleştirisi içeren bir kitabı vardır. Son kitabı ‘Standing Rock, Greed, Oil, and Lakota’s Struggle for Justice’, 2018 yılında Zed Books tarafından yayınlanmıştır. Bu kitap akabinde, aynı isimden yola çıkarak Açık Radyo’da beş yıl boyunca Dikilen Kaya programını sunmuştur. 2019 yılında hazırlamaya başladığı Entropi programı, Açık Radyo’da hali hazırda devam etmektedir.
2020 yılında kurulan Biyoçeşitlilik Eylem Grubu kapsamında Avrupa Birliği tarafından hazırlanan ancak kanunlaştırılması sürecinde aksamalar yaşanan Doğa Restorasyon Kanunu (Nature Restoration Law) konusunda AB parlamenterlerine bilimsel konularda aktif destek sunmuştur. Halihazırda çoklu jeotehlikeler ve bu tehlikeler üzerinde iklim değişikliğinin etkisi, ve tehlikelerin şiddet ve frekanslarındaki olası değişimi, farklı disiplinlerden uzman bir grup bilim insanı ile birlikte araştırmaktadır.
Uzmanlık Alanları: İklim değişikliği; Karasal ekosistemler; Biyoçeşitlilik; Sistem dinamikleri; Jeotehlikeler; İklim politikaları