Pew Araştırma Merkezi’nin Türkiye’nin de aralarında bulunduğu sekiz orta gelirli ülkede yaptığı anket, tüm ülkelerde toplumların çoğunluğunun iklim değişikliğinin yaşadıkları bölgeyi etkilediğini düşündüklerini ve etkilerini azaltmak için hayatlarında değişiklik yapmaya gönüllü olduklarını ortaya koyuyor.
Türkiye’nin yanı sıra Arjantin, Brezilya, Hindistan, Endonezya, Kenya, Meksika, Nijerya ve Güney Afrika’da 12 bin 375 kişiyle yüz yüze yapılan ankete göre, katılımcıların büyük çoğunluğu iklim değişikliğinden bireysel olarak zarar görme endişesi taşıyor. Bu oran çoğu ülkede %80’in üzerinde, Türkiye’de ise yüzde 82.
Türkiye’de katılımcıların yüzde 75’i için en büyük endişe kuraklık ve susuzluk. Ankara Bilim Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Başar Baysal, bu sonucu, iklim değişikliğinin etkilerine dair farkındalığın artmasıyla açıklıyor. Susuzluk gıda güvenliğiyle doğrudan ilişkili olduğu için, bu endişenin öne çıkmasının anlaşılır olduğunu belirten Baysal, ankette dikkat çeken bir başka bulgunun, sıcak hava dalgalarına yönelik endişenin düşük olması olduğunu söylüyor.
Türkiye’nin son beş yılda yaygın ve büyük çaplı yangınlar yaşadığını hatırlatan Baysal, buna rağmen sıcak hava dalgalarının öncelikli bir tehdit olarak görülmemesini ‘‘yangınlar ile sıcak hava dalgaları arasındaki ilişkiye dair farkındalığın henüz oluşmamasına’’ bağlıyor.
Baysal, araştırmanın, Türkiye’de iklim yasası tartışmalarının sürdüğü ve aynı dönemde iklim karşıtı sosyal medya kampanyalarının yoğunlaştığı bir zamanda yapıldığına dikkat çekiyor. Bu süreçte ‘‘yapay et yemek zorunda kalacağız’’, ‘‘tarım arazilerine el konulacak’’ ya da ‘‘iklim değişikliği bir küresel komplodur’’ gibi asılsız iddiaların yaygınlaştığını hatırlatan Baysal’a göre, bu tür dezenformasyonların anket sonuçlarını kısmen etkilemiş olması mümkün.
Yine de Baysal, Türkiye dâhil tüm ülkelerde iklim değişikliği farkındalığının yüksek, iklim şüpheciliğinin ise düşük olduğunu vurguluyor:
‘‘Ankette yer alan ülkeler, ‘orta gelir seviyesindeki ülkeler’ olarak sunulmuş. Ancak iklim çalışmaları perspektifinden bakarsak, bunları gelişmekte olan ve iklim değişikliğinde tarihi sorumluluğu olmayan ülkeler olarak da tarif edebiliriz. Tarihi sorumluluğu olmayan ülkelerde bile farkındalığın bu denli yüksek olması son derece kıymetli.’’

”Türkiye’de toplumun %75’inin en büyük endişesi, kuraklık ve susuzluk. Aynı oran 2015’te %35’miş. Türkiye’de bu endişe çok ayrışarak artmış ve diğer ülkelere yaklaşmış. Bu çalışma kapsamında yer alan diğer ülkelerde de temel olarak su ve gıda güvenliğine yönelik endişe görüyoruz. İnsanların hayatını doğrudan etkileyebilecek bir konu olduğundan bu endişenin öne çıkması normal.” (Fotoğraf: “Yel Manav Apo” by petit1ze, CC BY-NC 2.0)
Ankara Bilim Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Başar Baysal’ın çalışmaya dair değerlendirmelerini aşağıda paylaşıyoruz:
En büyük endişe kuraklık ve susuzluk
Türkiye’de toplumun %75’inin en büyük endişesi, kuraklık ve susuzluk. Aynı oran 2015’te %35’miş. Bence bu, farkındalığın artması ile ilgili. ‘‘İklim değişikliği bir köpekbalığı ise dişleri su güvenliğidir, suya yönelik tehdittir,’’ diye bir söz vardır. Su, çok boyutlu bir konu; su güvenliği deyince işin içine gıda güvenliği de giriyor çünkü tarımla da doğrudan bağlantılı.
Türkiye’de bu endişe çok ayrışarak artmış ve diğer ülkelere yaklaşmış. Bu çalışma kapsamında yer alan diğer ülkelerde de temel olarak su ve gıda güvenliğine yönelik endişe görüyoruz. İnsanların hayatını doğrudan etkileyebilecek bir konu olduğundan bu endişenin öne çıkması normal. Geçen yıl İstanbul Politikalar Merkezi’nde yaptığımız çalışmada da iklim değişikliğinin yarattığı en önemli tehdit, benzer olarak su güvenliği çıkmıştı.
Biliyorsunuz her yıl yaz aylarında ‘‘İstanbul’un barajlarında iki aylık/15 günlük su kaldı,’’ gibi haberler görüyoruz. Dolayısıyla toplum bununla yüz yüze geliyor ve doğrudan hayatını etkileyen bir tehdit hissediyor. Çevresel konularla ile ilgili uluslararası toplumdaki dönüşüme baktığımızda da insanların farkındalığının, buna bağlı gayretlerin, Çernobil faciası ya da ozon tabakasının incelmesi gibi tehlikelere maruz kaldıktan sonra arttığını görüyoruz. Baraj sularının azalması, yangınlar ya da seller gibi insanları doğrudan etkileyen tehditler karşımıza çıktıkça, Türkiye’de de insanların farkındalığı artıyor.

”Sıcak hava dalgalarının tehdit olarak öncelenmemesi, yangınlar ile sıcak hava dalgaları arasındaki ilişkiye dair farkındalığın henüz oluşmamasından kaynaklanıyor olabilir. Bu konuda, farklı grupların yangınları çıkardığına dair birçok iddia ortaya atılıyor ve böylelikle iklim değişikliğinin yarattığı temel etki göz ardı ediliyor.” (Fotoğraf: Milos Bicanski)
Yangınların iklim değişikliği ile ilişkisi göz ardı ediliyor
Burada başka bir durum dikkatimi çekti: Hem Türkiye’de hem de dünyanın genelinde, sıcak hava dalgalarına dair endişe çok düşük. Aslında bildiğiniz gibi Türkiye’de son beş yılda çok büyük yangınlar yaşadık. Bu yıl da yaşandı, 2021’de yaygın ve büyük çaplı yangınlar oldu. Bu konu da her yaz toplumun ve siyasetin gündeminde yer alıyor. Buna karşın sıcak hava dalgalarına yönelik endişenin çok düşük olduğunu görüyoruz.
Bence sıcak hava dalgalarının tehdit olarak öncelenmemesi, yangınlar ile sıcak hava dalgaları arasındaki ilişkiye dair farkındalığın henüz oluşmamasından kaynaklanıyor. Bu konuda, farklı grupların yangınları çıkardığına dair birçok iddia ortaya atılıyor ve böylelikle iklim değişikliğinin yarattığı temel etki göz ardı ediliyor. İnsanların bu gibi daha basit açıklamalara inanması çok daha kolay.
Ama aslında yangınların iklim değişikliği ile ilişkisi, bilimsel olarak netlikle ortaya konulmuş bir şey. Sıcak hava dalgalarından dolayı hem havadaki nem hem de ormandaki yanıcı maddelerin nemi azalıyor ve yanıcılığı artıyor. Yangınların sıklığı ve şiddeti artıyor. Oysa Türkiye gündeminde, bu temel ilişkiden ziyade, yangınların ortaya çıkmasındaki farklı sebepler tartışılıyor. Belki de bu nedenle, sıcak hava dalgaları henüz çok önemsenen bir tehdit gibi görünmüyor.
İklim değişikliği ve yangınlar söz konusu olduğunda da, sorumluluğu tamamen soyut ve yenilmesi mümkün olmayan bir ‘‘iklim canavarına’’ atmak, sorumluluktan kurtulmak için bir yöntem olabilir – bu riski de vurgulamak isterim.
İklim değişikliğinin varlığı, sorumluluktan kurtarmaz
Yangınlarla ilgili bir düşman belirlerseniz – örneğin ‘‘teröristler yaktı’’ derseniz – suçluyu bulmuş ve kalan herkesi aklamış oluyorsunuz. Bazı sorumluluklardan da kaçınmış oluyorsunuz böylece.
Öte yandan yangınları tamamen iklim değişikliğine bağlamak da sorumluluktan kurtulma aracı haline gelebilir. Eskiden hayatımızda ‘‘trafik canavarı’’ diye bir kavram vardı; tüm trafik kazalarının trafik canavarlarından kaynaklandığı şeklinde bir algı yaratılıyor ve yolların daha iyi yapılması gerekliliği, cezaların ağırlaştırılması gibi tedbirler, tartışma kapsamının dışına atılıyordu. İklim değişikliği ve yangınlar söz konusu olduğunda da, sorumluluğu tamamen soyut ve yenilmesi mümkün olmayan bir ‘‘iklim canavarına’’ atmak, sorumluluktan kurtulmak için bir yöntem olabilir – bu riski de vurgulamak isterim.
Hayatında değişiklik yapma isteği düşük
Bu çalışmanın iki temel kısmı var. İlkinde algılara bakıyor: İklim değişikliğini bölgemiz için tehdit olarak görüyor muyuz? Bireysel olarak endişeli miyiz? Hangi tehdidi önceliyoruz?
Bu noktada diğer ülkeler gibi Türkiye’de de farkındalık ve endişe yüksek. Toplum, iklim değişikliğinin tehlikeli olduğunu ve kendi hayatlarını etkileyeceğini biliyor.
Anketin ikinci kısmı ise iklim değişikliği ile başa çıkmaya dair. ‘‘İklim değişikliği ile mücadeleden kim sorumlu? Kimler bu tehditle başa çıkmada başarı sağlayabilir? Kimler, hayatında değişiklikler yapmaya ne derece gönüllü?’’ sorularına odaklanıyor.
Türkiye işte burada diğer ülkelerden ayrışıyor. Evet, farkındalık yüksek ama bireysel olarak hayatlarında değişiklik yapma isteği diğer ülkelerde %80 iken Türkiye’de %57.
Bunda neler etkili olabilir? Öncelikle şunu söyleyeyim: Bizim geçen sene yaptığımız ankette, Türkiye’de iklim değişikliği konusunda yetkililerin yeterince tedbir almadığını söyleyenlerin oranı %80 çıkmıştı. Bu çalışma ise bireysel değişiklik yapma konusundaki gönüllülüğün çok düşük olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla aslında tedbir alınmasına dair bir istek var. Ama ‘‘tedbiri ben bireysel olarak almayayım, devlet alsın,’’ gibi bir yaklaşım söz konusu olabilir. Bu meselenin aslı, araştırılmaya muhtaç. Türkiye’de vatandaşla devlet arasındaki ilişkinin bu durumuna etkisinin araştırılması gerekiyor olabilir.

”Türkiye’de iklim yasası sürecinde iklim karşıtı bir sosyal medya kampanyası yürütüldü. ‘Yapay et yemek zorunda kalacağız’, ‘tarım arazilerine el konulacak’ veya ‘iklim değişikliği bir küresel komplodur’ gibi çeşitli söylemler yaygınlaştı. Ankete katılanların ‘hayatında değişiklik yapmak’tan anladıkları, bu sosyal medya kampanyasında ortaya atılan yapay et yemek zorunda kalacakları veya tarım arazilerinin vergilendirileceği gibi, aslında gerçek olmayan konular olmuş olabilir. Ve bu değişikliği yapmak istemediklerini ifade etmiş olabilirler.”
Dezenformasyon, anket sonuçlarını etkilemiş olabilir
Diğer taraftan, sorulan soru da çok genel. Hayatınızda değişiklik yapmak derken, bu değişikliğin ne olacağı net değil. Türkiye’de iklim yasası sürecinde iklim karşıtı bir sosyal medya kampanyası yürütüldü. Biz kendi yaptığımız çalışmadan, bu kampanyanın 2025 yılı Ocak ayında başladığını ve Temmuz ayında iklim yasası çıkana kadar devam ettiğini biliyoruz. ‘‘Yapay et yemek zorunda kalacağız’’, ‘‘tarım arazilerine el konulacak’’ veya ‘‘iklim değişikliği bir küresel komplodur’’ gibi çeşitli söylemler yaygınlaştı. Özgürlüklerin kısıtlanacağına, tarım vergisi geleceğine, karbon vergisi geleceğine dair doğru olmayan birçok iddia ortaya atıldı. Bu anket de tam olarak Ocak ve Nisan ayları arasında yapılmış. Dolayısıyla net söylemek mümkün değil ama ankete katılanların ‘‘hayatında değişiklik yapmak’’tan anladıkları, bu sosyal medya kampanyasında ortaya atılan yapay et yemek zorunda kalacakları veya tarım arazilerinin vergilendirileceği gibi, aslında gerçek olmayan konular olmuş olabilir. Ve bu değişikliği yapmak istemediklerini ifade etmiş olabilirler.
Bu sosyal medya kampanyasının en temel öğelerinden birisi, iklim değişikliğinin küresel bir komplo olduğuna yönelikti. Eğer iklim değişikliğinin küresel bir komplo olduğunu düşünürseniz, tabii ki uluslararası toplumun bu sorunu çözeceğine de inanmazsınız.
Türkiye’nin uluslararası topluma inancı düşük
Uluslararası toplumun iklim değişikliği sorununu çözebileceğine dair inanç, Türkiye’de diğer ülkelere düşük; bu konuda, anketin yapıldığı diğer ülkelerden net biçimde ayrışıyoruz. Bunun sebeplerini araştırmak gerekir ama benim aklıma gelen şu: Öncelikle Türkiye’de, Batı’nın ikiyüzlülüğüyle sürekli muhatap olunduğu düşüncesi oldukça yaygın. Kıbrıs meselesi, Avrupa Birliği üyeliği gibi çeşitli örnekler verebiliriz. Bunun doğruluğunu yanlışlığını bir tarafa koysak bile, Türkiye’de böyle bir algı var ve bu algı, çıkan sonuçta etkili olmuş olabilir.
İkinci olarak yine bu anketin, iklim yasasıyla ilgili dezenformasyon sürecine denk gelmiş olması etkili olabilir. Çünkü bu sosyal medya kampanyasının en temel öğelerinden birisi, iklim değişikliğinin küresel bir komplo olduğuna yönelikti. İnsanlara yapay et yedirmek ya da tarımı bitirmek için yapılan küresel bir komplo olduğu söylendi. Eğer iklim değişikliğinin küresel bir komplo olduğunu düşünürseniz, tabii ki uluslararası toplumun bu sorunu çözeceğine de inanmazsınız.
Sorumluluğun aslan payı, tarihi sorumluluğu yüksek ülkelerde
Ankette aynı zamanda iklim değişikliği ile mücadeleden kimin daha çok sorumlu olduğuna dair de bir soru var. Çözüm için daha zengin ülkeler mi yoksa daha çok kirleten ülkeler mi daha fazla çaba göstermeli diye soruluyor. Bence bu sorunun sorulmasında bir sıkıntı var: ‘‘Kirleten ülke’’ dendiğinde, bugün kirletenlerden mi yoksa tarihsel sorumluluklar da göz önünde bulundurulduğunda daha çok kirletmiş olanlardan mı söz ediliyor? Bence bu soru, ‘‘tarihi kirletme sorumluluğu olan ülkeler’’ olarak sormuş olsalardı, Türkiye’de buna destek daha yüksek olabilirdi. Zaten küresel iklim politikalarında da oturmuş norm bu şekilde, tarihsel olarak kirletme sorumluluğu olan ülkelerin daha fazla çaba göstermesi gerekir.
Bu soruya Türkiye ve Hindistan hariç tüm ülkelerde, daha çok kirleten ülkelerin daha çok çaba harcaması gerektiği şeklinde yanıt verilmiş. Hindistan’da da ‘‘daha zengin ülkeler yapsın,’’ denmiş. Bildiğiniz gibi Türkiye, karbon salımlarını azaltmaya yönelik adımlarını zamana yayarak atıyor. Kendi ekonomisinin yeterince güçlü olmadığını, önce sanayileşmiş ülkelerin zamanında yaptığını yaparak güçlenmesi gerektiğini öne sürüyor.

”Geçen sene yaptığımız ankette, toplumun iklim değişikliği konusundaki farkındalığı oldukça yüksek çıkmıştı. Buna rağmen bu sene dezenformasyon kampanyası döneminde yapılan bu ankette, iklim değişikliğine olan inancın biraz daha düştüğü izlenimi ortaya çıkıyor. Bu da iklim değişikliğine olan inancın kırılganlığına işaret ediyor.”
Aşırı teknik dil, toplumu komplo teorilerine açık hâle getiriyor
Geçen sene yaptığımız ankette, toplumun iklim değişikliği konusundaki farkındalığı oldukça yüksek çıkmıştı. Buna rağmen bu sene dezenformasyon kampanyası döneminde yapılan bu ankette, iklim değişikliğine olan inancın biraz daha düştüğü izlenimi ortaya çıkıyor. Bu, yapılan sosyal medya kampanyasının sınırlı da olsa başarılı olduğunu gösteriyor. Bu da iklim değişikliğine olan inancın kırılganlığına işaret ediyor.
Bence bunun temel bir sebebi var: Aşırı teknikleşme. İklim değişikliğiyle ilgili raporlar, örneğin Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) raporları, çok teknik. Bu konuyla doğrudan, bilimsel olarak ilgilenmeyen bir insanın okuyup anlaması çok zor. Bunların anlaşılması çok zor olduğu için de insanlar, sosyal medya kampanyasındaki gibi, doğal et yiyemeyeceklerine, tarım arazilerine el konulacağına dair daha kolay anlaşılan ve sorunu çöziümlediğini iddia eden komploları ve argümanları çok kolay satın alabiliyor.
Bakanlık da bu durumun farkına vardı ve Temmuz ayında bu iddialara yönelik bir cevap yayınladı. ‘‘İklim Kanunu Gerçekleri’’ şeklinde bir paylaşım yaparak bu komplovari iddialara cevap verdi.
Bu konuda iş siyasetçilerin yanında, bence biz sosyal bilimcilere düşüyor. Bu konuyu insanlara anlatabilmemiz gerekli ki bu sosyal medya kampanyası gibi tuzaklara düşmesinler, genel ve daha az kırılgan bir farkındalık oluşabilsin. Veri olsun, bilgi olsun, ancak bunlar aşırı teknikleşmiş olduğunda bu sefer insanlar ondan kaçıyor.
Gençler, iklim değişikliği konusunda daha hassas: Hem farkındalıkları daha yüksek hem de bireysel olarak kendi hayatlarında değişiklik yapmaya daha gönüllüler. Aynı zamanda eğitim seviyesi de artıyor ve eğitim seviyesi arttıkça hem bu konudaki farkındalık hem de bireysel hayatlarında değişiklik yapma konusundaki gönüllülük artıyor.
Gençler harekete geçmeye gönüllü
Biz geçen sene hazırladığımız raporda, iklim farkındalığının yaşla değiştiğine dair çok anlamlı bir ilişki bulamamıştık. Oysa bu raporda, genç nesillerin harekete geçmeye daha olumlu baktığını görüyoruz. Bunu okuduğumda çok mutlu oldum.
Anketler çoğunlukla telefondan veya online yapılıyor, oysa bu anket yüz yüze yapılmış ve bu yönüyle çok kıymetli. Yüz yüze yapılması, toplumun farklı kesimlerine ulaşabildiklerini, daha derinlemesine sonuçlar edinebildiklerini gösteriyor. O yüzden bu anketin verisine güvenmek istiyorum.
Evet, gençler daha hassas: Hem farkındalıkları daha yüksek hem de bireysel olarak kendi hayatlarında değişiklik yapmaya daha gönüllüler. Aynı zamanda eğitim seviyesi de artıyor ve eğitim seviyesi arttıkça hem bu konudaki farkındalık hem de bireysel hayatlarında değişiklik yapma konusundaki gönüllülük artıyor.
Belki şöyle bir sebebi de olabilir: İklim yasası sürecindeki sosyal medya kampanyası, belli yaş üstündeki insanları daha çok etkilemiş olabilir. Üst yaş grubu, bu argümanlara daha kolay inanmış olabilir. Gençler daha sorgulayıcı olmuşlar ve çok da kolay inanmamışlardır diye düşünüyorum.
Tarihi sorumluluğu olmayan ülkelerde bile farkındalık çok yüksek
Genel olarak bakacak olursak, her ne kadar biz küçük ayrışmaları anlamlandırmaya çalışsak da genel olarak Türkiye de dahil olmak üzere çalışma kapsamındaki ülkeler farkındalık oldukça yüksek ve bu çok sevindirici. Belki ankette doğrudan sorulmamış ama buradan çıkarılabilecek bir diğer sonuç da iklim şüpheciliğinin son derece düşük seviyelerde olması.
Ankette yer alan ülkeler, ‘‘orta gelir seviyesindeki ülkeler’’ olarak sunulmuş. Ancak iklim çalışmaları perspektifinden bakarsak, bunları gelişmekte olan ve iklim değişikliğinde tarihi sorumluluğu olmayan ülkeler olarak da tarif edebiliriz. Tarihi sorumluluğu olmayan ülkelerde bile farkındalığın bu denli yüksek olması son derece kıymetli
Doç. Dr. Başar Baysal hakkında:
Doç. Dr. Başar Baysal, Ankara Bilim Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. 2007 yılında Kara Harp Okulu’ndan mezun olmuş ve 2019 yılında emekli olana kadar İstanbul, Ankara, Diyarbakır, Hakkari, Irak Kuzeyi, Kosova ve Bosna Hersek, gibi çeşitli yerlerde görev yapmıştır.
Dr. Baysal, Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden yüksek lisans derecesine sahiptir ve 2017 yılında Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden doktora derecesini almıştır. Araştırma alanları arasında Eleştirel Güvenlik Çalışmaları, Çevresel Güvenlik, Barış ve Çatışma Süreçleri, Latin Amerika, Çatışma Ekonomileri yer almaktadır.
Dr. Baysal, daha önce TÜBİTAK 2219 Doktora Sonrası Araştırma Görevlisi olarak Kolombiya’daki Universidad del Rosario’da çalışmış ve burada 2020 ve 2021 yıllarında Kolombiya barış sürecinin uygulanması üzerine saha çalışması yürütmüştür. Ayrıca 2023 ve 2024 yıllarında Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi’nde Türkiye’de İklim Güvenliği Algısı üzerine araştırma projesi yürütmüştür.
Dr. Baysal, “Securitization and Desecuritization of FARC in Colombia: A Dual Perspective Analysis” başlıklı kitabın yazarıdır ve makaleleri Peacebuilding, Uluslararası İlişkiler ve International Journal gibi dergilerde yayımlanmıştır.
Uzmanlık Alanları: Güvenlik Çalışmaları, Çevresel Güvenlik, Barış ve Çatışma Süreçleri, Çatışma Ekonomileri, Latin Amerika.
(Kapak Fotoğrafı: “farmers” by Adrian Oesch, CC BY-NC-SA 2.0.)



