İklim Masasi

Türkiye, yapıcı iklim politikaları benimsemeli

Fosil yakıtlardan çıkış konusunda önemli kararlar alınması beklenen COP 28, ev sahibi Birleşik Arap Emirlikleri’nin ticari çıkarlarına dair soru işaretlerinin gölgesinde gerçekleşiyor. Türkiye ise iklim değişikliğinin temel sebebi olan fosil yakıtların azaltılmasına karşı çıkarken, Kayıp ve Zarar Fonu’ndan pay talep ediyor.

Yayınlanma Tarihi: 8 Aralık 2023

30 Kasım Perşembe günü, Birleşik Arap Emirlikleri’nde (BAE) başlayan ve 12 Aralık’a kadar devam edecek olan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı (COP 28 veya 28. Taraflar Konferansı), uzun süredir gündemde olan Kayıp ve Zarar Fonu’nun kurulması ile başladı.

Gündemde, Küresel Durum Değerlendirmesi Raporu, Küresel Uyum Hedefi, Gıda Sistemleri Deklarasyonu gibi farklı maddeler bulunsa da, devam eden müzakerelerin kalbinde, fosil yakıtlardan çıkış ifadesinin anlaşma metninde yer alıp almayacağı bulunuyor. 

Türkiye delegasyonu ise, fosil yakıtların azaltılmasına yönelik çağrılara karşı çıkmanın yanı sıra, yenilenebilir enerji kurulu gücünü üç kat artırmaya yönelik taahhüde imza atmadığı ve Kayıp ve Zarar Fonu’ndan pay talep ettiği için de eleştiriliyor.

 

COP 28de yaşanan önemli gelişmelerle ilgili Groningen Üniversitesinden Dr. Ethemcan Turhan’ın değerlendirmelerini aşağıda paylaşıyoruz:

 

BAEnin ticari çıkarları, iklim krizinin önüne geçti

Her sene farklı bir bölgede gerçekleşen COP, bu sene Asya kıtasında ve BAE’ye denk geldi. Bunun şöyle bir yan etkisi var:  BAE, çok ciddi miktarda doğalgaz ve petrol üreten bir ülke; Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) üyesi. Bu yüzden de en başından beri COP 28 organizasyonunun içine çıkar ilişkileri girmiş oldu. Henüz zirve başlamadan, siyaseten tamamen tarafsız olması gereken COP 28 Başkanı Dr. Sultan Al Jaber’in gerçekleştirdiği temaslar için hazırlanan konuşma notlarında, bazı ticari ilişkilerin de bulunduğunu gördük. Bu durum, özellikle sivil toplumun ve pek çok ülke delegasyonunun tepkisini çekti.

BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi müzakereleri, uzlaşıyla yönetilen bir süreç. Başkanların tarafsız olduğu durumlarda bile uzlaşmak çok zorken, tarafgir bir başkan yönetiminde uzlaşıya varmak mümkün değil. Üstelik COP 28, 1995’te Berlin’de yapılan birinci COP’tan bu yana katılımın en yüksek olduğu zirve: 97 bin kişi resmi olarak kayıt olmuş durumda; 3 bin kişi ise sanal olarak katılacak. Yaklaşık 100 bin kişinin katılacağı bir iklim zirvesinden bahsediyoruz. 

Bu zirvede karar alabilmek için, organizasyonel ve yapısal olarak, BAE’nin önemli bir sorumluluğu vardı. Bu sorumluluğu yeterince ve doğru olarak yerine getirdiklerini düşünmüyorum. Bunun arkasında da tabii ki ticari çıkarlar, jeopolitik ittifaklar ve BAE’nin küresel fosil yakıt piyasalarındaki yeri var.

 

Teknik müzakereler sınırda, siyasi irade gerekli

Tüm bunlar nedeniyle, COP 28’in harika bir şekilde başladığını söylemek mümkün değil. Bir de tabii Gazze’de sürmekte olan işgal ve insanlık dışı saldırı da tepki yarattı çünkü – iklim adaleti hareketinin de COP 28’de vurguladığı gibi – insan haklarının olmadığı bir yerde iklim adaletinin olması da mümkün değil. 

Öte yandan bu, belli başlı kararların alınması gereken bir COP. Bunlar arasında Küresel Uyum Hedefi var; pratikte tam olarak nasıl uygulanacağını bilmediğimiz Kayıp ve Zararlar Fonu var. Ayrıca fosil yakıtların zaman içinde ortadan kaldırılması için bir tarih belirleme hedefi var – ki buna henüz ulaşılmış değil, müzakereler devam ediyor. Türkiye maalesef bu fosil yakıtlarlardan çıkış koalisyonuna katılmayı düşünmüyor. Ama benim anladığım o ki, teknik müzakereler zaten sınırına ulaşmış durumda. Asıl kararın, siyasi irade ortaya konarak verilmesi gerekiyor. Önümüzdeki hafta bakanlar, COP 28’e geldiğinde, bazı somut siyasi kararların verilmesi gerekecek. Henüz buna dair bir ışık görmüyoruz. 

 

Ankara, tüm tuşlara basarak enerji politikalarını savunmaya çalışıyor

Türkiye’nin COP 28’in başlangıcından bu yana gösterdiği duruşu tutarsız bulanlar olabilir. Ben tutarsız bulmuyorum çünkü Türkiye’nin hiçbir zaman bu konularda net bir hedefi olmadı; iklim müzakerelerine ‘bol laf, az iş’ düsturuyla devam ediyor. 

Türkiye uzun yıllar boyunca iklim müzakerelerinde görünmez olmayı tercih etmişti. Kendi ulusal çıkarları, şartları dışında pek bir konuda yorum yapmıyordu. Bu durum, özellikle Paris Anlaşması ile birlikte aşıldı ve iklim müzakerelerinde Türkiye’nin sesi daha fazla duyulur oldu. Ama maalesef bu, uzlaşıya veya kararlara katkı koyacak şekilde olmadı. Türkiye iklim zirvesinde daha ziyade, kendi özel şartlarını – ki artık özel şartlara dayandıramadığı pek çok politikası da var- ve ulusal enerji politikasını savunmak adına konuşur hale geldi. Şu anda gördüğümüz şey de bu. Halbuki özellikle uyum alanında Türkiye liderlik gösterebilir. 

 

Türkiye siyasetsizlik siyasetigüdüyor

Türkiye’nin İklim Zirvesi’nde muhalefet ettiği konulara bakarsak, tüm dünyanın yapıcı bir şekilde üzerinde uzlaşması gereken limitlerin hiçbirine önem atfetmiyor gibi görünüyor: Kömürden çıkış konusunda kesinlikle taviz vermiyor, doğalgaz ise konu bile edilmiyor. 

Burada yaşadığımız asıl sorun şu: Türkiye bir siyasetsizlik siyaseti gütmeye devam ediyor. Bunu da uluslararası bir uzlaşıya katkı sunmak değil, orada kendini göstermek şeklinde yapıyor. Bunun faydalı bir yaklaşım olduğunu düşünmüyorum. Türkiye, uluslararası iklim rejiminden kendini uzun süre izole etmişti. Şimdi rejimin içinde daha aktif bir şekilde rol almak istiyor, daha fazla ses çıkarıyor. COP 28’e en büyük yedinci delegasyonu göndermiş; neredeyse Çin delegasyonu büyüklüğünde. Şu an 1,045 kişi Dubai’de kayıtlı. Ama yapıcı olarak ne var derseniz, bir şey göremiyorum. 

Mesele yine dönüp dolaşıp siyasi iradeye geliyor. Burada Türkiye’nin teknik bir problemi olduğunu düşünmüyorum. Daha geçtiğimiz günlerde İstanbul Politikalar Merkezi’nin açıkladığı Türkiye’nin Karbonsuzlaşma Yol Haritası raporunun da gösterdiği gibi, karbonsuzlaşma için Türkiye’nin teknik imkanları var. Ancak Türkiye’de, iklim politikası anlamında, bir siyasi irade eksikliği var. 

 

İklim, iktisadi getir-götür meselesi olarak görülmemeli

Türkiye’nin iklim rejiminde uzun yıllar boyunca özel koşullarını savunmasının arkasında yatan neden, sera gazı emisyonlarını azaltım politikalarının, ekonomisini olumsuz yönde etkileyebilecek olma ihtimaliydi. 

Dönüp dolaşıp şurada takıldığımızı düşünüyorum: Türkiye, iklim değişikliği meselesini sadece ve sadece iktisadi bir getir-götür meselesi olarak ele aldığı sürece, ne kendi halkı için ne de dünyanın geri kalanı için olumlu bir iklim siyaseti belirleyemeyecek. Bunun temel sebebi şu: İklim değişikliği, ekonomik yapıyla olduğu kadar, nasıl bir dünyada yaşamak istediğimizle de alakalı. Türkiye bu işi ‘ancak para alırsak adım atarız’a indirgediğinde, bazı nüanslar ortadan kayboluyor.

 

Kayıp ve Zarar Fonundan pay istemek Türkiyeye haksızlık

Kayıp ve Zarar Fonu’nda yaşanan da benzer bir tartışma. Kayıp ve Zarar Fonu, iklim değişikliği nedeniyle meydana gelen zarar ve kayıpların tazmini için, iklim krizine sebep olan ilk ve öncelikli ülkelerin bu borcu ödemesi fikrinden yola çıkarak kuruldu. Bundan faydalanması gereken ülkeler, ilk ve öncelikli olarak, iklim değişikliğinden zarar gören ancak iklim değişikliğinde sorumluluğu veya mücadele konusunda imkanı olmayan ülkeler. 

Türkiye ise bir taraftan kendini Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) ve G-20 üyesi olan ileri bir ekonomi olarak konumlandırırken, öbür taraftan da en kırılgan, küçük ve yoksul ülkelerin erişebileceği bir pastadan pay almaya çalışıyor. Bunun Türkiye’ye de haksızlık olduğunu düşünüyorum. Buna ihtiyacı olmadığı gibi, daha önce Yeşil İklim Fonu’na yaptığını şimdi de Kayıp ve Zarar Fonu’na yapması, yapıcı bir iklim siyaseti doğurmayacaktır.

Bu yüzden Türkiye’nin buralardaki pozisyonunu netleştirmesi gerekiyor. Özellikle ciddi bir azaltım taahhüdü yapması ve iklim değişikliğine uyum bağlamında ne tip desteklere erişebileceğini tartışması gerekiyor. Şu anda Türkiye’nin Kayıp ve Zarar Fonu’na erişmeye çalışması veya bu alanda herhangi bir adıma taş koyması, çok yanlış olacaktır.

 

Göreceli azaltımlar, atmosfer üzerinde etkisiz

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) bize gösterdiği bilim, tartışmaya yer bırakmayacak kadar açık: Eğer küresel ısınmayı 1.5°C ile sınırlandırmak istiyorsak, kömürün neredeyse % 90’ının, doğalgazın ise neredeyse % 60’ının çok hızlı bir şekilde azaltılması gerekiyor. Şu anda küresel ölçekte var olmayan, karbon tutma ve depolama teknolojileri gibi olasılıkları dikkate aldığımızda dahi, çok radikal kesintiler yapılması gerekiyor. Buna rağmen iklim zirvelerinde bolca patinaj yapılıyor. Bunun sebebinin de, iklim sisteminin aslında bir havuz problemi olduğunu anlayamamak olduğunu düşünüyorum. 

İklim krizi, bir havuz problemi: Bir taraftan musluk açıkken, aşağıdan her ne kadar suyu salsanız da, su yükselmeye devam ediyor. Atmosferik sistem de böyle çalışıyor. Göreceli azaltımların atmosfer açısından hiçbir anlamı yok. Bu yüzden de kesin, mutlak, bilimle uyumlu sera gazı azaltım hedeflerine ve bu hedeflere uyulmasına ihtiyacımız var. 

COP 28 eğer tek bir karar alacaksa, mutlak kararlar alması doğru olur. Aynı şey uyum için de geçerli. Uyum siyaseti çok önemli çünkü artık önüne geçemeyeceğimiz iklim etkileri var. Fakat sadece buna odaklanmak, krizi ancak büyütecektir. 

 

Ethemcan Turhan2.jpeg

 

Dr. Ethemcan Turhan, Groningen Üniversitesi (Hollanda) Mekansal Planlama ve Çevre Bölümü’nde çevresel planlama alanında öğretim üyesidir. Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nden çevre mühendisliği alanında lisans, Barselona Otonom Üniversitesi Çevre Bilimi ve Teknolojisi Enstitüsü’nden çevre çalışmaları alanında yüksek lisans ve doktora derecelerine sahiptir.

Daha önce Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi’nde iklim değişikliği üzerine Mercator-IPC araştırmacısı olarak ve  KTH’de (Kraliyet Teknoloji Enstitüsü, İsveç) doktora sonrası araştırmacı olarak çalışmıştır.

İsyanın ve Umudun Dip Dalgası: Günümüz Türkiye’sinden Politik Ekoloji Tartışmaları (Tekin Yayınlari, 2016), İklim Adaleti Mücadelesi İçin 10 Durak (Ekoloji Kolektifi, 2017), Transforming Socio-Natures in Turkey: Landscapes, State and Environmental Movements (Routledge, 2019) ve Urban Movements and Climate Change: Loss, Damage and Radical Adaptation (Amsterdam University Press, 2023) adlı kitapların eş-editörlüğünü ve yazarlığını yapmıştır. 

30 Kasım’dan bu yana COP 28’de yaşanan önemli gelişmelerin kısa bir değerlendirmesini aşağıda bulabilirsiniz: 

  • BAE’nin devlet petrol şirketi ADNOC’un CEO’su olan Dr. Sultan Al Jaber’in COP 28’e başkanlık etmesi, kararlaştırıldığından bu yana tepki topluyordu. (ADNOC’un daha da büyüyerek, üretim kapasitesini 2027 yılında günde beş milyon varile çıkarmayı hedeflediği biliniyor.)

    İklim Zirvesi başlamadan hemen önce de, Al Jaber’in ekibinin, COP 28’in organizasyonu için yapılan görüşmeleri petrol anlaşmaları yapmak için kullanmayı planladığına dair haberler su yüzüne çıktı

    Son olarak The Guardian gazetesinin 3 Aralık günü yayınlanan haberi, 21 Kasım’da katıldığı bir toplantıda Al Jaber’in, küresel ısınmayı 1.5°C ile sınırlandırmak için fosil yakıtlardan vazgeçmek gerektiğinin bilimsel temeli bulunmadığını iddia ettiğini ortaya çıkardı. Al Jaber aynı zamanda, fosil yakıtlardan çıkmanın insanlığı yeniden mağara devrine götüreceğini söylüyordu. İddialara bir basın toplantısında yanıt veren Al Jaber, söylediklerinin ‘bağlamından koparıldığını’ savundu.

  • Büyük Kirleticileri Dışarı Atın (Kick Big Polluters Out) tarafından 5 Aralık’ta yayınlanan analize göre, küresel iklim değişikliğine en fazla sebep olan sektörlerden 2,456 lobici, bu seneki COP 28’e katılım gösteriyor.

  • Fosil yakıt lobisi, COP 28’e etkin katılım göstermeye devam ederken, 5 Aralık sabahı duyurulan Küresel Karbon Bütçesi Raporu, küresel karbondioksit emisyonlarının 2023 yılında da artmaya devam ederek rekor seviyeye ulaştığını ortaya koydu. Çalışmaya göre, COVID 19’la birlikte gerileyen emisyonlar, bu sene itibariyle, COVID 19 öncesi dönemin üzerine çıktı; Paris Anlaşması’nın imzalandığı 2016 senesinden ise %6 oranında daha yüksek oldu.

  • Koordinasyonu Exeter Üniversitesi tarafından yürütülen ve 6 Aralık’ta yayınlanan Global Tipping Points (Küresel Devrilme Noktaları) Raporu ise daha önce düşük olasılıklı olarak değerlendirilen yüksek etkili ‘devrilme noktaları’nın, yüksek olasılıklı olaylar haline geldiğini ortaya koyuyor. 200’ün üzerinde araştırmacı tarafından tamamlanan kapsamlı çalışma, yeryüzü sisteminin 26 devrilme noktasının beşinin, aşılmak üzere olduğu, 1.5°C’nin aşılması durumunda ise üç noktanın daha aşılabileceğini öngörüyor. Bilim insanlarına göre, aşılan devrilme noktaları, bir diğerini tetikleyerek domino etkisi yaratabilir.

  • Amerika Birleşik Devletleri’nin yanı sıra Çek Cumhuriyeti, Kıbrıs, Dominik Cumhuriyeti, İzlanda, Kosova ve Norveç, kömürden çıkış taahhüdü veren ülkelerin katıldığı ‘Powering Past Coal Alliance’a dahil olduklarını açıkladı. Yeni katılan 7 ülke ile birlikte ittifaktaki ülkelerin sayısı 57’ye yükseldi. Türkiye’nin ise henüz kömürden çıkış taahhüdü bulunmuyor. Öte yandan ‘Kömürden Adil Çıkış: Hedef 2030’ kampanyasını yürüten 13 kurum, taahhüt taleplerini yineledi.

  • 2 Aralık günü 118 ülke, 2030’a kadar yenilenebilir enerji kurulu güçlerini üç kat artırma ve enerji verimliliklerini ise iki katına çıkarma sözü verdi. Söz veren ülkeler arasında Çin ve Hindistan gibi önemli kirleticiler bulunmuyordu. Türkiye de taahhüdü imzalamayan ülkeler arasında yer alıyor.

  • Uzun süredir gündemde olan Kayıp ve Zarar Fonu, Avrupa Birliği’ne ilaveten 15 ülkenin toplam 655 milyon dolar taahhüt etmesiyle kuruldu.  Ancak uzmanlar, taahhüt edilen miktarların, gelişmekte olan ülkelerin ihtiyaç duyduğundan çok daha az olduğuna dikkat çekiyor. 2022 tarihli bir çalışmaya göre, Çin hariç tutulduğunda dahi, gelişmekte olan ülkelerin en az 2.4 trilyon dolar iklim finansmanına ihtiyacı var. 

    Türkiye delegasyonu ise, Türkiye’nin de Kayıp ve Zarar Fonu’ndan yararlanması gerektiğini savunuyor.